Ali Necip Erdoğan’ın Diğer Şeyler adlı öykü kitabı kurmacanın sunduğu alanı sonuna kadar
kullanan ve esneten öyküler toplamından oluşuyor. Kendi üslubunu yansıtmayı
başarmış öykülerin geneline bakacak olursak, üstanlatı, metinlerarasılık,
gerçeğin kırılganlığı gibi postmodern öğleri görebilirken, geleneğe ya da doğu
anlatılarına yaklaşan cinsten rüya, mit ve fantastiği de görüyoruz. Yine
kitabın ekseriyetinde, öyküler alışılmışın dışına çıkabilmiş anlatılar sunuyor.
İlk öykü, “Suskunluk” kitabın geneline hakim olan “büyülü”
olaylara kapı açıyor. Erdoğan doğu
anlatılarını modern bir tür olan öyküde sentezleyebilmiş. “Suskunluk”ta aşık
bir adamın derdini şişeye fısıldadığını görüyoruz. Fantastik öğeler içeren
öykülerin “fantastik” kısmı dozunda yedirilerek bizi farklı referanslara
götürebiliyor. Buradaki derdini şişeye söyleme olayı da tasavvufi bir mesel
olan, Hz. Ali’nin peygamberden aldığı sırrı içinde tutamayıp bir kuyuya/sazlığa
fısıldamasına gönderme olarak kabul edebiliriz. Yine de insanın derdini
fısıldamak istemesini farklı coğrafyalarda ve farklı biçimlerde görmek mümkün.
Örneğin benzer bir sahne Wong Kar-Wai’nin Aşk
Zamanı adlı filminde duvar kovuğuna fısıldama şeklinde mevcut. Zaman ve
gerçeklik kavramanın ele alınışı da Doğu felsefelerinden beslenen bir tarzda
işlenmiş. “Zaman Taciri” postmodern tekniklerle zaman algısını gerçeklikten
soyutlayarak yansıtırken “İhtiyar” ve “İçi Geçmiş” adlı öykülerde de “son an”a
dair bir yorumlama var. Bunun yanı sıra, öykülerin işlenişinde Borges’den gelen
damarların çatallanıp başka başka anlatılara, mesela Amak-ı Hayal’e, evrildiğini görüyoruz. “Küttapların Nahiyesi”
ısrarla Borges’in metinlerle ve mitlerle oynayan tarzını hatırlattı bana. Zaman
Taciri de benzer bir yapıda. Borges gibi, Erdoğan’ın öyküleri de epistemolojik
sorulardan çok ontolojik sorulara yöneltiyor okuru. “Ben kimim?” diye sormazdan
önce “Ben var mıyım?” dedirtiyor karakterler. Varlık ne? Zaman ne? Gerçeklik,
rüya ve fantezi arasındaki sınırları büküp farklı dünyalara geçişler yapmakta
mahir bir anlatıcının öykülerini okuyoruz. Kasisleri hissetmeden metin içinde
metinlere, gerçek içinde rüyalara açmış buluyoruz gözlerimizi.
Öykülerin genel hatlarında sinema (biz ona görsel dil
de diyebiliriz), anılar, nostalji, yaşanmışlıkların yanında yaşanmamışlıklar
karşımıza çıkan öğelerden. Öykülerden birinde metafiziğin bizzat kendisi sazı
eline alıp açıkça konuşuyor: “Yokluğumda gerçekliğin tatsız tuzsuz, kupkuru bir
şey olduğu anlaşıldı. Ona can verenin kim olduğu bugün biliniyor olmalı.” Aşağı
yukarı öykülerin ekseninin bu sözün etrafında dolandığını söyleyebilirim. Bu
temaları işlerken dile dikkat ediyor genelde yazar. Duygulara pek müdahale
etmeden hikayenin akıp gitmesine izin veriyor. Belki de bu yüzden filmler,
sinema perdeleri, kukla ustalarıyla karşılaşıyoruz hikayelerinde. Romantikliğe
ve ajitasyona bulaşmamak için titizlikle kurulmuş cümleler temiz bir dil
sunarak anlatıyor hikayeyi. Gerçeklik yerini metafiziğe bırakırken
somutlaştıran bir dil kullanmak okurun yolunu bulmasında faydalı oluyor. Bu
öykü dilinin dışına çıkmış bir hikaye olarak “Ay Işığı”nın şiirsel bir dil
kullanması öyküyü kitapta ayrıksı bırakmış.
Bütün bunların
yanında Diğer Şeyler’in alameti
farikası inşa ettiği anlatı biçiminde saklı. Klasik giriş gelişme sonuç tarzı
bir anlatı takip etmektense, yazar okuru bir noktadan alıp hiç aklının ucundan
geçmeyecek bir alana götürüyor. “Sinema” öyküsünde hikaye başlarken zengin bir
yazarın can sıkıntısından iş aradığını görüyoruz ama hikaye bittiğinde bambaşka
bir yere çekilmiş oluyor okur. “Serap”ta da yola başladığımız karakter yolda
karşılaştığımız karakterlere bırakıyor yerini. Bunu David Lynch’in Kayıp Otoban ya da Mullholland Çıkmazı filmlerine benzetebiliriz. Metafizik ve
gerçeklik arasında gelip giderken tutunduğumuz olaylar da değişiyor. Belki net
bir son isteyen, düz bir çizgide giden öyküleri seven okura hitap etmez kitap.
Çok da önemli değil. Erdoğan tercih edilmesi riskli bir yoldan giderek bu tarz
bir kaygının önemli olmadığını belli ediyor zaten. Erdoğan öykünün diğer
şeylerini gösteriyor. Yine de kitapta da geçtiği gibi “Nereye giderseniz gidin
bir karşılık bulmak nefes aldıran bir şeydir.” Kitap bende karşılık buluyor.
Sair okurlarda da bulması dileğiyle.
Yorumlar
Yorum Gönder